Tatil Hikayesi 1


Tatil Hikayesi 1

Sıkıcı…Hayat gerçekten çok sıkıcı…Günlerdir, haftalardır, aylardır değişen hiçbir şey yok. Hep aynı şeyler: Sabah olur güneş doğar, öğlen olur güneş yakar, akşam olur güneş batar. Bazen arkadaşlarla konuşurken, “ Günler birer birer geçip gidiyor. Bu işin sonu ne olacak? “ diye sorarım. Aldığım cevap hep aynı olur: “ Ne bilelim biz. Ne olacaksa oluyor işte. “ Laf mı yani bu da şimdi? Hayat çarkının dönüşüne kaptırmışlar kendilerini dönüp duruyorlar. Zannedersem yaşadıklarının farkında bile değiller, bedavaya yaşıyorlar. Şuraya bak…Göz alabildiğince uzanan bir şehir. İçinde binlerce insan. Çoğu büyümüşler de toplanıp götürülmeyi bekliyorlar. Gidecekleri yer de belli: Fabrikada ucuza çalıştırılacaklar. İşçi olacak çalışacaklar. Bu çalışmak kesinlikle amaç sayılamaz. Birçok arkadaşıma sorup da cevabını alamadığım bir soru var: “ Tamam. Bizi çalıştıran çalıştıracak. Bundan bizim kazancımız ne olacak? “

Ben, başkalarına ucuz işçi olmak istemiyorum. Beni çalıştıracak olan çalıştırmayıversin, tam doymadan sofradan kalkıversin. Ben bunu düşünür, bunu söylerim. Benim hayat felsefem bu. Hiç kimse de benim fikrimin yanlış olduğunu söyleyip, doğrusu ne ise, o doğrunun tam olarak açıklamasını yapamaz. Zaman nasıl da akıp gidiyor. Vakit gece yarısı oldu. Beni buradan kurtaracak olan biraz sonra gelir. Günlerdir uğraşıyorum. O’na neyin ne olduğunu ve ne yapmak istediğimi, çeşitli örnekler vererek, defalarca anlattım. Önceleri pek durumu kavrayamıyordu ama artık her şeyin farkında. İkimiz birlik olup başarı kazanacağımıza inanıyorum. Bir gelen var, galiba O. Nihayet geldi:
“ Merhaba, Metin. “
“ Merhaba, Serdar. Vakit tamam. Şöyle geç de seni ağaca bağlayan urgandan kurtarayım. “ Daha sonra Serdar yüksekçe bir kayanın üstüne çıktı. Uyanık durumdaki arkadaşlarına uykuda olanları uyandırmalarını söyledi. Arkadaşlarının hepsi uyandıktan sonra büyük bir merak ve heyecan içinde Serdar’ın söyleyeceklerini dinlemek için dikkat kesildiler:
“ Kardeşler, arkadaşlar…Hepiniz tarafından çok iyi bilindiği üzere bu akşam ben Metin Kardeş ile birlikte yola çıkıyorum. Amacım, mutluluk çiçeğini arayıp bulmak ve onu durduğu yerden daha yüksek bir yere çıkarmak ve böylelikle dünyadaki her canlının mutluluktan aldığı payın biraz daha çoğalmasını sağlamak. Bu yeni yerinde başka hiçbir yabancı bitkinin yetişmesine izin vermeyeceğimden mutluluk çiçeğinin göndermekte olduğu mutluluk pırıltıları elbette ki artacaktır. Şimdi, aranızdan hiç olmazsa bir-iki gönüllü arıyorum. İsterim ki, hepiniz gönüllü olasınız, hepiniz benimle gelesiniz. Gerçekleştirmek istediğim hayırlı bir iştir. Daha önce belki yüz defa meseleyi bütün ayrıntılarıyla sizlere anlatmıştım. Bir parça olsun medeni cesaret gösterin. Son defa soruyorum: Yok mu benimle gelmek isteyen? “ Serdar, birkaç dakika bekledi. İçinde binlerce işçi adayının durduğu koskoca meydandan çıt çıkmıyordu.
Serdar: “ Tamam. Anlaşıldı. Kimse benimle gelmek istemiyor. Bunun için hiçbirinize kızmak hakkına sahip değilim. Neyse…Kardeşler, arkadaşlar. Tekrar görüşmek üzere, şimdilik hoşça kalın.”

Serdar ile Metin, yolda Vedat adında bir adama rastladılar. Serdar Vedat’a mutluluk çiçeğini aramaya çıktıklarını söyledi ve konu hakkında bilgi sahibi olup olmadığını sordu. Vedat mutluluk çiçeğinin nerede olduğunu tam olarak tarif edemeyeceğini, fakat kendilerini Bay Kemal ile tanıştırabileceğini, Bay Kemal’in bu konu hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunu söyledi.
Serdar: “ Bize göstermiş olduğunuz yakın ilgiden dolayı candan teşekkür ederim. Buyurun Bay Kemal’e gidelim “ dedi. Yolda giderlerken, Serdar Vedat’a gerçekleştirmek istediklerini anlatarak onun konu hakkında genel bir bilgi sahibi olmasını sağladı. Bay Kemal’in yaşadığı kulübenin yakınına geldiklerinde Vedat: “ İşte şu gördüğünüz Bay Kemal’in evidir. Bay Kemal’e misafirleri olduğunu haber vermek için sizleri burada birkaç dakika yalnız bırakmak zorundayım “ dedi ve kapıyı çaldıktan sonra içeri girdi. Biraz sonra kulübenin kapısı açıldı, Vedat, gelebilirsiniz diye seslendi ve hep birlikte içeri girdiler. Bay Kemal, yatağının üzerinde oturumuna gelmiş vaziyette, misafirlerini güler yüzle karşıladı. Karşılıklı iltifatlardan sonra Serdar: “ Efendim, izin verirseniz, şimdi asıl konuya geçmek istiyorum. Ben arkadaşım Metin ile birlikte mutluluk çiçeğini bulmak için yola çıkmış bulunuyoruz. Amacımız, mutluluk çiçeğini durduğu yerden daha yüksek bir yere çıkarmak ve böylelikle dünyadaki her canlının mutluluktan aldığı payın biraz daha çoğalmasını sağlamak. Bence mutluluk çiçeğinin saçmakta olduğu mutluluk pırıltıları gitgide azalmaktadır. Bunu kendi gözlemlerime dayanarak ve altını çizerek söylüyorum. Canlı olan her şey mutlaka nefes almaktadır. Yaşam için, nefes almak için, oksijen gereklidir. Sadece nefes almak yaşamak değildir. Bir ülkü, bir ideal için yaşamalı tüm canlılar. Yaşamanın amacı olmalı. Kendimize ara sıra, “ Benim yaşamaktaki amacım nedir? Ben neden yaşıyorum? Belli bir hedefe doğru ilerlemekte miyim yoksa hayat rüzgarının esişine kapılmış savrulup gitmekte miyim? “ diye sormamız gerekir. Hayat rüzgarının esişine kapılıp savrulup gitme durumuna ben bedavaya yaşamak diyorum. İşte, bedavaya yaşamamak için, bir ülkü, bir ideal sahibi olmalıyız ki, bu da bize yaşama sevinci kazandırır. Dikkat ederseniz yaşama sevinci diyorum. Sevinç..Sevinme..Şimdi mutsuz bir canlıyı ele alalım. Bu mutsuz canlının, siz de takdir edersiniz ki, yaşama sevinci olmaz. Neden? Çünkü mutsuzlukla sevinç – mutluluk – zıt anlamlı iki kelimedir. Birbirlerine ters düşerler. Tüm canlıların yaşama sevincini kazanabilmeleri o canlıların tek tek mutluluktan aldıkları payın belli bir seviyeye erişebilmesiyle doğru orantılıdır “ dedi.

Serdar’ın anlattıkları, Bay Kemal’i heyecanlandırmıştı. Onun şahsında kendi gençliğini görmüş, o günler bir film şeridi gibi gözlerinin önünde canlanmıştı. Yıllar önce, mutluluk çiçeğini aramak için yollara düşmüştü. Günlerce, haftalarca, aylarca mutluluk çiçeğinin nerede olduğuna dair bir ipucu aramıştı. Yolda gördüğü herkese aynı soruyu sormuştu. Sonunda, yaşlı bir köylü kendisine kılavuzluk yapmış, yol göstermiş, mutluluk çiçeğinin yaşadığı yüce dağlar arasındaki yüksekçe bir platoya giden tek yol olan Umut Geçidi’nin girişine kadar getirmişti. Buraya kadar olanları anlatan Bay Kemal, biraz su içtikten sonra, konuşmasına şöyle devam etti: “ Umut Geçidi’nin girişine geldiğimizde yaşlı köylü beni şu sözlerle uğurladı. – Umut Geçidi’nin girişi işte burası. Bu geçidin uzunluğu yüz metre kadardır. Bu yolun sonunda önüne açık bir alan çıkacak. Karşıdaki ağaçlıktan geçtikten sonra mutluluk çiçeğini görebilirsin.