Tatil Hikayesi 2
Ben yetmiş yılı aşkın bir süredir aşağıdaki ovada yaşıyorum. Sen mutluluk çiçeğini aramak için gelenlerin altıncısı oluyorsun benim kılavuzluk ettiğim. Senden önce gelenlerin beşi de başarısız oldular. Mutluluk çiçeğini görememişler bile. Mutluluk çiçeğinin bekçisi buna izin vermemiş. Geçidin sonundaki açık alanda aniden karşına çıkıverirmiş. İri, kocaman, otuz yaşlarında bir adammış bu bekçi. Korkar da geçide döner kaçarsan peşinden gelmezmiş. Karşısında durur da kaçmazsan önce seni korkutup kaçırmak için bağırıp çağırır, yine de kaçmazsan ne aradığını, ne istediğini ve amacının ne olduğunu sorar, gelenle korkunç bir fikir tartışmasına girermiş. Fikir atakları çok kuvvetliymiş bu bekçinin, çok da bilgiliymiş. Gidenlerin hepsi de bilgili, kültürlü idiler ama bekçi onların hepsinden baskın çıktı. Kendilerinin birer bilge olduklarını söyleyenler bile üzgün ve yorgun bir şekilde geri döndüler. İşte Bay Kemal benim anlatacaklarım bu kadar. Bundan sonrası senin maharetine ve laf cambazlığına kalmış. Yolun açık olsun. Yaşlı köylünün anlattıklarını dikkatle dinledikten sonra geçide girdim. Yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Arada bir durup yaşlı köylünün söylediklerini aklıma getiriyor ve bunların ışığında planlar yapıyordum. Yüz metrelik yolu tam üç saatte aştım. Başarıdan emin olmadan bekçi ile karşılaşmak istemiyordum. Bekçinin sorabileceği her çeşit sorunun cevabını hazırlamıştım. Açık alana çıktım. Bekçi görünürde yoktu. Biraz bekledikten sonra yürümeye başladım. Bekçi her an karşıma çıkacakmış gibime geliyordu. Bekçiye habersiz yakalanmamak için dört yanımı da kontrol ediyordum.
Gide gide baktım ki bir kuyunun yanına gelmişim. Kuyunun arkasından bir takım sesler geliyordu. Kulak verdim. Biri bir şey yiyordu. Kim olabilirdi? Sessizce kuyunun duvarı üstüne çıktım. Baktım bekçi oturmuş armut yiyordu. Yaş tahtaya basmaz denen bekçiyi habersiz yakalamıştım. Başkalarını korkutmak nasıl olurmuş görmeliydi. Duvarın üstünden atlayıp karşısına dikildim, ellerimi belime dayadım, kaşlarımı çattım. Toparlan, toparlan, ayağa kalk, kalk ayağa diye haykırdım. Bekçi bir an için ağzı açık bakakaldıktan sonra, sen de kimsin böyle, diye sordu ve karşımda sanki hiçbir şey olmamış gibi armudunu yemeye devam etti. Beni küçük görmesi canımı sıkmıştı. Bu soruyu cevaplamaya kalkışmam ipleri onun eline vermem demek olacaktı. Hayır, bekçinin kuklası olmak istemiyordum. Türlü sıkıntılara katlanıp buraya gelmiştim. Mutluluk çiçeğine ulaşmak istiyordum. Önümde tek bir engel kalmıştı. Mutluluk çiçeğinin efsanevi bekçisi olan bu adam. Onun sorduğu soruyu duymamazlığa geldim:
Karşımda şapır şupur armut yemeye utanmıyor musun? Ben, mutluluk çiçeğinin bekçisi olan seni şu halinle mi görmek isterdim sanıyorsun? Kim, ne zaman, hangi nedenden ötürü sana bu görevi verdi ve sen mutluluk çiçeğinin görevini giderek daha az yapar hale geldiğini, bunun sonucunda canlılara mutluluktan düşen payın giderek azaldığını fark etmediğini mi söylemek istiyorsun? diye konuştum. Ama ne konuşma: Yüksek sesle, bağırarak, sert ve üst perdeden. Böyle bağırarak konuşmaktaki amacım, bekçiyi şaşırtmak, söyleyeceklerini unutturmak, benim ondan daha bilgili olduğumu ispat edip mutluluk çiçeğine ulaşabilmem için izin vermesini sağlamaktı.
Ben öyle bir şey söylemedim, bunu sen de biliyorsun. Şimdi biraz bekle de şu kalan armudumu bitireyim. Hem bağırarak konuşma, sağır değilim. Canını yakarım senin dedi bekçi ve kaşlarını çattı. Sonra armudunu yemeye devam etti. İşte şimdi hapı yutmuştum. Çaresiz, hazır ol duruşunda beklemeye başladım. Çaresiz diyorum, çünkü gerçekten çaresizdim. O zamandan bu yana yıllar geçti ve ben bu işin çaresini bulabilmiş değilim. Bekçi armudunu bitirdikten sonra beni kelimenin tam anlamıyla soru bombardımanına tutmaya başladı. İlk sorular gayet basit ve cevaplandırılması kolay sorulardı: Adın ne, nereden geldin, kimlerden nasıl ve şekilde yardım gördün? Sonraki sorular ise, bekçinin konu hakkındaki soruları oldu: Mutluluk çiçeği nedir, mutluluk çiçeğinin var olduğunu ilk olarak kimden duydun, seni buraya kadar getiren nedenler nelerdir, mutluluk çiçeğini gözünün önünde nasıl canlandırıyorsun? Tüm bu sorulara genel anlamda yeterli olabilecek cevaplar vermiştim. Durum fena sayılmazdı. Bekçi ile senli-benli konuşmaya başlamıştık. Bekçinin yüzünde memnuniyet ifadesi olarak gülücükler beliriyordu. Her şey çok güzeldi, ta ki bekçi o soruyu sorana kadar. Öyle bir soru sormak bekçinin nereden aklına geldi bilmem ki?
Benim kem-küm etmeye, kekelemeye başladığımı gören bekçi fırsat bu fırsattır deyip yüklendikçe yüklendi. Söylediklerinde haklıydı, hepsi doğruydu. Yine de bana bir şans tanıyabilirdi diye düşünüyorum. Her neyse bekçi fırtına, ben savrulup giden bir yaprak , gidiş zor oldu, dönüş gidişten bin kat daha zor. Evime nasıl geri döndüm bunu bana bile sorma. Üzüntüden yürüyemez oldum, ayaklarım tutmaz oldu. Yıllar var ki, işte ben böyle bu yatakta yatıp duruyorum. Üzgünüm, çok üzgünüm, başarılı olamadığım için.