Yemen padişahının oğlu Şehzade Osman hayır işlerine pek meraklıymış. Yıllık kazancının kırkta birini fakirlere dağıtırmış. Kimsesiz çocukları mekteplerde, medreselerde okutur, onların ilim, irfan öğrenerek memlekete yararlı birer insan olmalarını sağlamaya çalışırmış. Beyaz atına atladığı gibi dağlara, tepelere tırmanır, çölde günlerce at sürer, köylere, şehirlere gider, yardıma muhtaç insan ararmış. Çünkü Şehzade Osman yaptığı her iyiliğin kendisine bolca sevap kazandırdığını bilirmiş.
Günlerden bir gün Şehzade Osmanın yolu bir köye düşmüş. Şehzadeyi yakından tanıyan köylüler hemen çevresini sarmışlar. Şehzade köylülerle konuşurken elbiseleri eski, yırtık pırtık, yalınayak on yaşlarında bir çocuğun az ilerden bakmakta olduğunu görmüş. Şehzade: Bu çocuk da kim? diye sormuş. Köylülerden birisi: Şehzadem, sen ona aldırma. Onun babası da, anası da hırsızdı. Yakın köylere, kasabalara giderler, ne bulurlarsa çalarlar, köye getirirlerdi. Çaldıklarını köy meydanında gösterirler, işte şu köyden şunu, şu kasabadan bunu çaldık diye bize anlatırlardı. İş bu kadarla kalsa neyse. Bizi de hırsızlık yapmaya teşvik ederler, çalışan değil, çalan kazanıyor. Siz de çalın, siz de kazanın var mı hırsızlık gibisi derlerdi. Kötüler er geç cezasını bulurmuş. Onlar da geçen yıl hırsızlık yaparken yakalanıp zindana atıldılar. Bir ay sonra ikisi de ölmüş. O günden bu yana çocuk sokakta kaldı. Sokakta yatar kalkar, yaprak, toprak yer, dereden su içer, geçinir gider. Ölsün diye bakarız ama ölmedi işte. Ne yapalım kaderi böyleymiş.
Bunun üzerine Şehzade Osman: Peki çocuğa neden yardım etmediniz? Onun günahı ne? diye sormuş. Köylü: Şehzadem, soy çeker, baba hırsız, ana hırsız olunca çocuk da hırsız olur. Büyüyünce çok kimsenin canını yakar deyince Şehzade Osman atından inmiş. Çocuğun yanına gitmiş. Canım, senin adın ne? diye sormuş. Çocuk: Abi, benim adım Ömer. Sen iyi bir abisin. Beni başka köye götürsene. Burayı hiç sevmiyorum. Bu amcalar beni dövüyorlar. Neden bilmem ama kabahat falan yapmıyorum. Hem kabahat bile yapsam dövmemeleri lazım değil mi? Sadece yaptığımın yanlış olduğunu söyleyip beni uyarabilirler demiş. Şehzade Osman: Haklısın Ömercik her sözünde haklısın. Keşke herkes senin gibi düşünse. Onların seni dövmeleri zavallı olmalarından dolayıdır. Seni başkente götürüp medreselerde okutacağım. Gelecek senin olacak Ömercik demiş.
Hindistandan beş yıl önce gelerek Yemene yerleşen ve Müslümanları birbirine düşman etmek için çalışan Kasandra büyü ve simya ile uğraşırmış. Kasandra bir gün ateş topunda Şehzade Osmanı görmüş. Daha sonra Şehzadeyi ilgiyle izleyen Kasandra onun hemen zararsız hale getirilmesi gereken zehirli bir yılan olduğunda karar kılmış. Kasandra renkli taşları masanın üstüne çizdiği dairenin içine simetrik bir şekilde yerleştirdikten sonra büyüyü tamamlamış. Şehzade Osman her gün bir santimetre kısalarak gittikçe küçülmeye başlamış ve sonunda parmak kadar kalmış.
Aradan on iki yıl geçmiş. Ömercik ilim tahsil ederek imam olmuş ve bir kasaba camisine tayini çıkmış. Bir gece evinde uyurken rüyasında parmak boyundaki Şehzadeyi görmüş. Şehzade devamlı olarak, Ömercik, kurtar beni der dururmuş. Sonraki günlerde gittikçe daha sık aynı rüyayı gören İmam Ömer görevini bir arkadaşına bırakarak yıllardır kayıp olan Şehzadeyi aramaya çıkmış. Aylarca köy, kasaba, şehir demeden dolaşmış durmuş. Ama hiçbir zaman umudunu kaybetmemiş. Çünkü Şehzadeyi bulacağına inancı tammış. Bu arada büyücü Kasandrayı tanımış. Kasandranın insanı iliklerine kadar titreten bakışlarıyla karşılaşmış. Onun evindeki toplantılara katılmış. Bu toplantılarda en çok da Kasandranın yanlışı doğru diye anlatırken Müslüman halkın anlatılanları ağzı açık dinlemesi canını sıkmış.
Şehzade Osmanı kimliğini bilmeden evlat edinen Ahmet Efendi bir gün akşam namazını camide kılıp evine gelmiş. Cüppesini çıkarırken cebinde Şehzadeyi bulmuş ve ona: Oğlum, niye böyle yapıyorsun? Neden cebime giriyorsun? diye sormuş. Bunun üzerine Şehzade: Baba camiye gitmeyi çok seviyorum. Hem ben de senin cebinde namaz kılıyorum deyince Ahmet Efendi Şehzadenin cebine girmesine bir daha ses çıkarmamış.
Aden şehrine gelen İmam Ömer öğle namazını camide kılarken yanındaki adamın cebinden incecik bir öksürük sesi geldiğini duymuş. İmam Ömer Galiba Şehzadeyi buldum diye düşünerek sevinmiş. Namazdan sonra adamın cebinden Şehzadeyi alarak kendi cebine koymuş ve oradan uzaklaşmış. Tenha bir yerde Şehzadeye durumu anlatmış ve kendisinin Ömercik olduğunu söylemiş. Şehzade bunun üzerine çok duygulanmış ve hıçkırarak ağlamaya başlamış. Daha sonraki günlerde İmam Ömer ile Şehzade olanları tekrar tekrar konuşmuşlar. İmam Ömer bu arada büyücü Kasandradan söz etmiş. Kasandra hayranlığının hızla yayıldığını, uzak yerlerden bile Kasandranın yanına gelenlerin olduğunu belirtmiş. Şehzade: Şu Kasandrayı bir de ben göreyim. Beni onun evine götür Ömercik demiş.
Kasandranın evinde İmam Ömerin cebinden çıkan Şehzade parmaklarının ucuna basa basa odaları dolaşmaya başlamış. Büyü odasında Kasandranın tuttuğu notları okuyan Şehzade yıllardır çektiği çilenin sebebinin Kasandra olduğunu anlamış. Masanın üstündeki renkli taşları bahçeye atarak büyüyü bozmuş. Kasandra aynı büyüyü tekrar yapamazmış, çünkü bozulan büyü bir daha tutmazmış. Şehzade ateş topunu da kırmış ve sessizce gelerek İmam Ömerin cebine girmiş. Kasandranın evinden ayrıldıktan sonra Şehzade İmam Ömere büyüyü bozduğunu söylemiş ve bir ata binerek son hızla şehirden kaçmışlar. Şehzade her gün bir santimetre büyüyerek altı ay sonra normal boyuna ulaşmış.
Birkaç ay sonra Şehzadenin evleneceği haberi ülkenin her yanında duyulmuş. Kasandra da Şehzadeyle aynı gün evlenmeye karar vermiş ve düğün sırasında Şehzadeye verilmek üzere içi yılan dolu sepet hazırlamış.Ama düğün günü bu sepet diğer hediye sepetleriyle karışmış. Şehzadeye içi gül dolu sepet gönderilmiş. Kasandra düğün sırasında kendisine gönderilen sepetleri açarken yılanların sokmasıyla ölmüş. Sonraki yıllarda Şehzade Osman padişah, İmam Ömer de vezir olmuş. Birlikte ülkeyi dirlik, düzenlik içinde yönetmişler.